Scroll Top

Yusuf Franko’nun Pengueni, ya da el altından oynanan karikatür oyunları

tumblr_inline_oplg8fANR41tk0qlr_500

ANAMED Kütüphane Sorumlusu K. Mehmet Kentel “mizah dergisi olmayan bir ülkenin karikatürcüsü ne yapar?” sorusuna cevap arıyor…

Boş word dosyasına “mizah dergisi olmayan bir ülkenin karikatürcüsü ne yapar?” diye yazdım. O sırada Murathan Mungan’ın sözlerini yazdığı o kült şarkı çalmaya başladı kulaklarımda, kâh Deniz Türkali, kâh Zuhal Olcay yorumuyla, biraz farklılaşmış mısralarla:

Her şey belirleniyorsa

Piyasa (ve iktidar) kanunlarınca

Bir karikatürcü nasıl ulaşır insanlara?

Bunları, Penguen dergisinin kapanacağı duyurulduktan bir hafta kadar sonra yazıyorum. İçimdeki tarihçi, bugünlerin tarihini yazacak geleceğin tarihçisini biraz olsun kıskanıyor. 21. yüzyıl başı Türkiyesi’nde, iklim değişikliğinin etkisiyle giderek ısınmakta olan bu Güneydoğu Avrupa/Ortadoğu ülkesinde, bir Güney Kutbu hayvanı olan penguenin, birkaç sene içinde temsil etmeye başladığı çok katmanlı siyasi ve kültürel anlamları deşifre etmek geleceğin kültür tarihçisi için ne güzel bir uğraş olacak… Moda deyişi biraz değiştirerek: “Kültür tarihçisi olsan eğlenceli ülke aslında…”

Penguen kapanıyor, Hortlak ve Gırgır kapandı, Uykusuz da sıkıntıdaymış. Tarihçi sansasyondan kaçmalı, her şeyi bugünden ibaret sanmamalı. Çocukluk ve ilk gençliği 1990’larda, 2000’lerin başında geçenler, video oyunlarıyla da ilgililerse, bu tip travmaları bilirler: Efsanevi dergi Gameshow’un kapaklarından yaptığı geri sayımla kapanmasını (ki Penguen’in “bu son dört sayı” duyurusu bu ritüeli hatırlattı), sonra açılıp tekrar kapanışını, hep “kapanacak” korkusuyla “desteklenen” dergileri unutmuş değiliz. Türkiye’deki mizah dergilerinin peşi sıra kapanıyor oluşları da, 15-20 sene önce bir giriş yazısında okusak hiç garip gelmeyecek “dolara endeksli matbaa masrafları, kâğıdın çok pahalı olması” gibi sebeplerin üzerine eklenen “değişen okuma alışkanlıkları” ve elbette oturma odasındaki fille açıklanıyor (ben yazıyı yazdıktan sonra ‘alternatif tarihyazımları’ meselesiyle de karşı karşıya kaldık, şurada dergi çizerlerinin farklı görüşleri var.)

Bu yazıdaki derdim bugüne nasıl gelindiği değil, dünün ne söylediği. Süreli mizah yayıncılığının 1850’lerde başladığı Osmanlı İmparatorluğu’nda karikatürlerin de yer aldığı dergiler 1860’ların ikinci yarısından itibaren çıkmaya başlamıştı. Penguen’in kapanmasıyla ilgili yazılan yazıların birçoğunda, Turgut Çeviker’in eşsiz kaynaklarından özetlenerek aktarılan, “Ayine-i Vatan, İstanbul, Diyojen; Teodor Kasap, Nişan Berberyan, Ali Fuat” gibi dergi ve mizahçı isimlerinin arka arkaya sıralandığı ansiklopedik bilgileri bir kenara koyalım (ve bir başka yazı konusu: “ansiklopedilerin olmadığı bir ülkede ansiklopedistler ne yapar?”) ve 1877’ye gelelim: Birinci Meclis-i Mebusan’da, mebusların yürüttüğü mizah tartışmasından iki alıntı:

Macit Efendi, dönemin Matbuat Müdürü, şöyle demiş:

“Gazetelerde saçma sapan konuşmanın, soytarılığın gereği yoktur…. Bakalım, Avrupa’nın akıllıları, düşünürleri, bu mizah gazetelerinden hoşnut mudurlar? Benim alçakgönüllü bilgime göre hoşnut değiller. Mizah gazeteleri resim olmadan olamazlar. Resim denen şeyi bir kez düşünmeli…. Zamanında bir takım deliler varmış ki, delilik maskesi altında gerçekleri anlatırlarmış. Böyle şeyler, dikta dönemlerinde geçerli olabilir. Hamdolsun, şimdi padişahın adaleti var.”

Buna karşın Halep Mebusu Sebuh Efendi şunları söylemiş: “Soytarılık diyorlar. Mizah soytarılık değildir. Bu basın yasası geleli, acayip acayip şeyler duyuyoruz. Basın barutmuş, yok mizah soytarılıkmış!”

Macit Efendi’nin pozisyonu beklendiği üzere galip gelince, Osmanlı’da mizah basını 1908’e kadar yeraltına itilmişti. Karikatür albümünün kapağını 1884’te açan, Osmanlı hariciye bürokratı Yusuf Franko Kusa, işte böyle bir ortamda sosyal ortamını, onu çizerek hicvetmeye başlamıştı. Şimdi tekrar soralım: “Mizah dergisi olmayan bir ülkenin karikatürcüsü ne yapar?”

Yusuf Franko’nun bulduğu çözüm, karikatürü kendi kendine oynadığı bir oyundan çıkartıp, sosyal bir oyuna dönüştürmek, albümünü el altından tanıdıklarıyla, çizgilerinin kahramanları (ya da mağdurlarıyla) paylaşmak, onların farklı düzeydeki iştiraklerini albüme davet etmek olmuş.

Bir Roberto Preziosi’yi çizmiş örneğin, eline yılan dolanmış bir Kazanova olarak. 

image

Sonra Roberto Preziosi’nin onu koca kafalı kırmızı burunlu bir kuklacı olarak çizmesine izin vermiş (“yılanların öcü?”). Kuklasının ucunda, çizdiği karakterler varmış.

image

Bir kompozisyonunda Barones von Hobe’nin kendisinden rica ettiği bir resmi çizemeyişini ve sonunda bulduğu harika “bir fikri” anlatmış.

image

Bir karikatürünü kahramanı çok beğenmiş, imzalamış: “Orijinali tarafından çok takdir edildi, Emilie.”

image

Ve nihayetinde, o efsanevi son. Karikatüristin kendini öldürecek topluluğa, yani bir kısmı arkadaşı, bir kısmı yakın çalıştığı meslektaşı, bir kısmı ise alaylarının en feci kurbanları (Ristow Paşa’nın onur arazisindeki ölümünü unutmak ne mümkün?) olan Pera ahalisine teslim ettiği iple darağacına asılması. Bir oyunun, oyuncularının ellerinde son bulması…

image

Tekrar: Mizah dergisi olmayan bir ülkenin karikatürcüsü ne yapar? Çizgileriyle karikatürcüyü mü öldürür? Yoksa karikatürünü bir oyuna dönüştürüp, okuma ve yaratma cemaatlerini yeniden, oyun vasıtasıyla mı oluşturur?

Yusuf Franko’ya bakıp iki yönde de ilham almak mümkün. Belki geri sayım yaparak dergi kapatmak, Yusuf Franko’nun albümünün sonunda kendi idamını çizmesi gibidir. Ama bilmiyoruz, belki Yusuf Franko da el altından oyununa devam etmiştir; el altı, nitekim, önemli bir müessesedir (parantezlerden devam: ilk ansiklopedistler de el altından çalışırdı. Devletlû Yusuf Franko çizdiğim paralellerden hoşlanır mıydı bilmiyorum, muhtemelen hayır. Ama onun çizdikleriyle uzunca bir süredir hemhal olan birisi olarak, biraz çizmek benim de hakkım, Roberto Preziosi de çizmemiş miydi zaten Yusuf Franko’nun albümüne? Ne de olsa tarih, bugünden geri çağırdıklarımız, bugünün oyunlarına dünküleri kattıklarımızdır. Parantezi kapatmıyorum ki oyun yeni iştirakçilerle devam etsin, bir süre, en azından, parantez aralarında…

*Küratörlüğünü Bahattin Öztuncay, tasarımını Yeşim Demir, metin yazarlığını K. Mehmet Kentel’in yaptığı Yusuf Franko’nun İnsanları: Bir Osmanlı Bürokratının Karikatürleri sergisi 1 Haziran 2017’ye kadar ANAMED’de görülebilir. Serginin web sitesi de www.yusuffranko.org adresinde yayında.


Kaynakça

Çeviker, Turgut. Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü 1867-1923. İstanbul: Adam, 1986.  NC1660.T9 C4 1986

__________Karikatür Üzerine Yazılar. İstanbul: İris, 1997.  NC1660.T9 C48 1997

Göçek, Fatma Müge, der. Political Cartoons in the Middle East. Princeton: Princeton University Press, 1998. DS44 .P65 1998  

Kemnitz, Thomas Milton. “The Cartoon as a Historical Source.”Journal of Interdisciplinary History. 4.1. (1973): 81-93. http://www.jstor.org/stable/202359

Naum-Duhanî, Said. Eski İnsanlar Eski Evler. Istanbul: Turing, 1982. DR728 .D84 1982

________________ Beyoğlu’nun Adı Pera İken: Geri Dönmeyecek Zamanlar. İstanbul: Ana Basım, 1990. RCAC/DR737 .D84 1990 c.3

Öztuncay, Bahattin, der. Youssouf Bey: The Charged Portraits of Fin de-Siècle Pera. İstanbul: Vehbi Koç Vakfı, 2016. NC1660.T9 Y87 2016

Satıcı, Ebru Esra. “Turkish political Cartoons During WWII: A Case Study of Cemal Nadir Güler (1902-1947).” Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Koç Üniversitesi, 2011. http://digitalcollections.library.ku.edu.tr/cdm/ref/collection/TEZ/id/21246

Selçuk, Turhan. Grafik Mizah. İstanbul: İris, 1998. NC1660.T9 S45 1998  

Topuz, Hıfzı. İletişimde Karikatür ve Toplum. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, 1986. NC1361 .T69 1986