Scroll Top

Karikatürlerle Olan Gönüllü İmtihanım ya da Bir Koordinatörün Gizemli Dünyası

tumblr_inline_om6jtbaQev1tk0qlr_540

ANAMED Proje ve Etkinlik Koordinatörü Ebru Esra Satıcı, yüksek lisans tezi yazdığı dönem tanıştığı Osmanlı dönemi karikatüristi Yusuf Franko’nun ANAMED’in yeni sergisine hazırlanırken nasıl hayatının önemli bir parçasına dönüştüğünü anlatıyor…

Giriş: Yusuf’un Geri Dönüşü

Yusuf Franko ile ilk tanışmam, daha doğrusu tanışamamam, yüksek lisans tezi yazdığım 2010-2011 yıllarına rastlar. Tezim, 2. Dünya Savaşı’nda Türkiye Karikatürü üzerineydi ve elbette böyle bir tez çalışmasının Türkiye’de karikatür tarihi literatürünü özetleyen bir bölümü vardı. Kaynak kısıtı ve olan kaynakların da birbirini tekrarlamasından dolayı acılar içinde bu bölümü yazıyordum. İşte orada Yusuf Franko Paşa adı geçiyordu, yalnızca bir isim ve birkaç satır yazı… Osmanlı döneminde karikatür çizen bir devlet adamı olduğundan fakat hakkında fazla şey bilinmediğinden ve karikatürlerine ulaşılamadığından bahsediliyordu. Yusuf Franko benim tezimde de bir sır olarak kalmaya devam etti. Çaresiz, Yusuf Franko gizemini bir yazılı kaynakta daha yeniden üretip tezimi tamamladım.

Sonra 2016’da, tezim çoktan bitmişken, ve ben 3 yıldan beri ANAMED’de çalışmaktayken, sanki o kadar gizemli kalmak içine sinmemiş gibi Yusuf Franko hiç beklenmedik bir anda tekrar karşıma çıktı. “Hadi” dedi, “Kaldır üstümdeki sır perdesini, at üstümdeki ölü toprağını, karikatürlerimi yarattığım yerde tekrar tanıt beni.” İşte böyle geldi Yusuf Franko, ‘ayağıma’, Buket’in (Coşkuner) bir gün elinde albümün renkli kopyasıyla heyecanla odadan içeriye girmesiyle. “Bak ne var burada, çok heyecanlanacaksın,” dedi Buket; karikatürlerle olan münasebetimi biliyordu tabii.

Gelişme: İntikam Soğuk Yenen Bir Yemektir

İşte o günden sonra ekip olarak hummalı bir çalışmaya giriştik. Gecemiz gündüzümüz Yusuf olmuştu; sabah kahvesi, öğle yemeği arasında hep Yusuf’u konuşuyor, sanki bizimle yaşayan birisiymiş gibi bahsediyorduk ondan. Kolay değil, bütün gün ya ekranlardan ya albümün renkli kopyasından Yusuf ve insanlarıyla uğraşıyorduk. Sonra, Aralık ayının sonlarına doğru yine yoğun bir gün, bilgisayarımda karikatürleri hızlıca çevirirken bir karakter canlanıverdi. Bayağı yelpazeyi sallayarak, topuklarını vura vura dans ediyordu Nadine von Radowitz, görüyordum! Üstelik, bilgisayarda serginin müziği olan Danse Macabre* açıktı ve onunla müthiş bir uyum içinde yapıyordu bunu. Zaten en baştan beri kafamı İspanyol kıyafetleri içinde bir Alman olarak karıştırmıştı Nadine! Şimdi ne yapıyordu? Gözlerimi ovuşturdum, kulaklarımı şöyle bir yokladım, sonra da bilgisayarımı yavaşça kapatıp ofisten eve doğru yol aldım.

Özellikle Ocak ayına girmemizle birlikte Yusuf’tan başkasını düşünemez olmuştuk, artık iyice onun dünyasının içine çekilmiştik. Kâh kitap kâh sergi için kafamızda deli sorularla uyuyor, geceleri Yusuf ve albümdeki bir başka karakterin adını haykırarak ter içinde uyanıyorduk. Ama bende ayrı bir hâl vardı sanki; sesler de duymaya başlamıştım. Ara ara evde yalnızken “Bir satırla geçer misin beni tezinde, al sana, al!” gibi kötü adam kahkahasıyla devam eden şeyler duyuyor; bunu yorgunluk ve uykusuzluğuma veriyordum. Elbette bunlardan ekip arkadaşlarıma bahsetmiyordum. Yusuf bana kızgındı ve ben bunu neden sonra anlayabilmiştim. Hiçbir şey tesadüf değildi. Burnuma intikam kokuları geliyordu, elindeydim işte Yusuf’un. İntikam soğuk yenen bir yemekti, cezamı çekecektim.

Elbette yılamazdım. En başta bana haksızlık ettiğini düşünüyordum ama ne yapabilirdim ki… Suçum olmadığına inansam da, yaşına hürmet edip ona yaranmaya, günahım olmasa da kendimi affettirmeye karar verdim. Kararımı görmüş ve arttırmış gibiydi, her yönden bana saldırıyor, kar yağdırıyor, işe getirtmiyor, doğum günümü bile kutlamama izin vermiyordu. Yılmadım, öldürmeyen güçlendirir dedim. Her sergide olduğu gibi, Yusuf’ta da çeşitli badireler atlattık, yine heyecandan midemde kelebekler uçuşmaya başladı. İlk önce kitap geldi. Ama tabi Yusuf burada da bir oyun oynamıştı. Kitap, ben ofis dışındayken teslim edilmişti; haber bana mesaj olarak ulaştı. Yusuf’un ince hesaplarla bunu ayarladığına emindim. Nasıl da atlatmıştı beni! Kendimi sağdan soldan kroşe yiyen boksör gibi hissediyordum. Bu sefer de karın boşluğuma bir yumruk indirmişti Yusuf Franko. Ve kıs kıs gülüyordu, ben ofise doğru koşar adım giderken. Ofise vardığımda nasıl da mutluyduk hepimiz! Projedeki önemli bir basamağı tamamlamış, somut ürünü elimize almıştık. Özge’den habersiz odasına girip kitaplarla biraz konuştum, “Tamam mı, oldu mu gönlün?” dedim. Hala tavırlıydı Yusuf. Daha çekeceğim vardı demek.

Sonuç: Ucu Açık

Günler günleri kovaladı, kitap olayına biraz bozulduğumdan pek göz göze gelmemeye çalıştım onunla, kitapta ya da bilgisayarda onun fotoğrafına denk geldiğimde hemen gözlerimi kaçırıyordum. İşte açılış akşamı gelip çatmıştı. Artık kurtuluşum yakındı, her şey yolunda giderse beni affetmesi gerekiyordu. Yoksa bu intikam ömür boyu sürecek miydi?

Sergi açıldı; konuştuğumuz tüm ziyaretçiler memnun, biz memnun, bacaklarımdaki yorgunlukla ofise çıkarken fuayedeki büyük baskısıyla göz göze geldim uzunca bir aradan sonra. Sanki tek taraflı çapkın gülümseme vardı suratında. O da beğenmişti ama fazla şımarmamı istemeyen bir edayla bıyık altından gülümsüyor, “Şimdilik fena değil.” diyordu. O sevinçle yorgunluğumu unuttum. Galiba o da beğenmişti, kendimi affettirebilmiştim, yine de o ‘şimdilik’ten içime bir kurt düşmüştü.

Sergi açılalı bir aydan fazla zaman oldu, Yusuf Franko hala ufak hınzırlıklar yapıyor bana. Bunları onun son şakaları, büyük bir depremin artçıları olarak görüyorum. Ben Yusuf Franko’yu çok sevdim, onun da sergiyi beğendiğine, kızgınsa bile beni affettiğine eminim. Tabi ki her işte olduğu gibi, bu da bir ekip işiydi. Başta Yusuf Franko ve tüm ekip arkadaşlarıma teşekkür ederek bu yarı-fantastik** yazımı sonlandırıyorum. Yusuf, çapkın bir adam mıydı, karikatür çizmeyi neden bıraktı, Beyrut’u özledi mi, nasıl konuşur, neye gülerdi gibi daha kişisel sorular bıraktı bana. Bir insan hakkında öğrendikçe daha da öğrenmek istiyor insan, hele Yusuf gibi çok yönlü olunca…Böyle bir projeyi koordine ettiğim ve Yusuf Franko ile işlerini gün yüzüne çıkarmakta payım olduğu için gerçekten çok mutluyum. Ben ona zaten bir parça borçluydum, umarım ödeyebilmişimdir.


*Danse Macabre: https://drive.google.com/file/d/0B8dMB7z_7uu1dHA1a29BVlQwcTQ/view?usp=sharing  

**Sesler, görüntülerin hepsi hayal ürünü değil, evet. Bu yıl 5. olmuşuz çok şükür.

https://www.forbes.com/pictures/feki45eidhi/5-event-coordinator/#4415c1fd2197