6 – 9 Eylül 2019 tarihleri arasında ANAMED’de gerçekleşen “Çevresel Arkeoloji Eğitim Programı” (Enviromental Archaeology Training Program) başlıklı eğitim programının düzenleme komitesinde yer alan çok sevgili Müge Ergun ile 2010 yılında yine benzer bir programda tanışmıştım. Hollanda Araştırma Enstitüsü’nün (NIT) düzenlediği “Arkeobotani’de Yeni Yaklaşımlar” (New Approaches in Archaeobotany) programında ikimiz de katılımcıydık. Ben henüz lisans öğrencisiydim o zamanlar; kendi yolunu bulmaya çalışan, mesleğine tutkulu bir arkeoloji öğrencisi…
İlk olarak arkeobotani alanına yönlendirilmiş, kısa bir zaman sonra ise hayvan kemiklerine olan ilgimin ağır bastığını keşfederek zooarkeolojide uzmanlaşmak istediğime karar vermiştim. Bu süreçte Canan Çakırlar’ın teşvik ve desteği çok büyüktür. Yine lisans sürecinde tanıştığım ve Türkiye’de özellikle zooarkeoloji alanında sayılı kişilerden biri olan sevgili hocam Evangelia Pişkin’in (Vicky) desteğiyle bu yolda yürümeye devam ettim ve şu anda kendisinin kurduğu ODTÜ Yerleşim Arkeolojisi bünyesindeki “Environmental Archaeology Research Unit” laboratuvarında çalışıyor, zooarkeoloji alanında uzmanlaşmaya devam ediyorum. Kendisi aynı zamanda çevresel arkeolojiyle ilgili ANAMED Blog’a bir röportaj vermiş ve bu alanla ilgili değerlendirmelerini anlatmıştı.
Çevresel arkeoloji çalışmalarının Türkiye’de artış göstermesi sevindirici olmakla birlikte bu alanla ilgili yeterli kurumsal çalışma departmanlarının olmaması ve bu alanda Türkiye’de yetişen ve çalışan uzman sayısının az olması da göz önünde bulundurulmalıdır.
Tüm bu durumların ümitsizlikle bağdaştırılmaması, aksine arkeoloji alanında çalışılabilecek büyük bir açıklığın olduğunun ve arkeolojiye birebir bağlı olan zooarkeoloji, arkeobotani ve jeoarkeoloji gibi disiplinlerin kendi bilimsel metotlarıyla, insan geçmişinde çevresel etkinin tanımlanmasındaki ilişkiyi tamamlayacak aydınlatıcılar olduğunun kanıtıdır. Bu çalışmalarla dönemin iklimine ve coğrafyasına ışık tutacak veriler de elde edilebilmektedir. Aynı şekilde bu tür bilgilere hayvan kemiklerinden elde edilen verilerle de ulaşılabilmesinin yanı sıra, sadece geçmiş toplumun besin ekonomisine ve diyetine değil, hayvanların göç rotalarından, popülasyon farklılıkları ile ırksal değişimlerine ve veterinerlik faaliyetlerine dair pek çok bilgiye ulaşmak mümkündür.
ANAMED’de gerçekleştirilen bu programa katılırken Türkiye’de Çevresel Arkeolojiyle ilgili yükseköğrenim programının olmamasını göz önüne alarak alanında uzman ve deneyimli insanlarla tanışmak, onların bilgi birikiminden yararlanmak, birlikte interaktif çalışmalarda bulunarak alanımda farklı bir deneyim elde etmek amaçlarımdan bazılarıydı. Öyle de oldu…
Çok sevdiğim, güler yüzü ve pozitif enerjisine hayran olduğum Müge Ergun’un da düzenleme komitesinde bulunduğu, çevresel arkeolojiyle ilgili bir eğitim programının gerçekleştirileceğini duymak ve programa dahil olmak heyecan vericiydi. Bu programın zooarkeoloji ayağında olan ve Müge kadar sıcak, yardımsever ve arkadaş canlısı Hannah Lau ile tanışmak ve deneyimlerinden yararlanarak eğitim alabilmek güzel bir şanstı.
Hayat her zaman şans ve güler yüz sunmuyor kişiye. Ben öyle talihsiz bir süreçte bu programa katıldım. İyi ki katıldım ve iyi ki kabul aldım.
Zooarkeoloji ve arkeobotani çalışmalarına odaklanan bu programda, Çevresel Arkeoloji disiplininin çalışma alanlarına ve metotlarına yönelik teorik bilgiler aldık; alanında uzman kişiler tarafından her iki dalda öğrendiğimiz teorik bilgileri pratikte uygulama şansımız da oldu. Ayrıntılı anlatarak büyüsünü kaçırmak istemiyorum, ancak eğitim içeriği, programlaması, öğretilen bilgilerin pratiğe dönüştürülmesi ve konu dahilinde farklı uzmanların konuşmacı olarak sunum yapmaları, eğitimcilerin öğreti başarısı ve oluşturulan programa sadık kalınması muntazamdı. Tüm bunların yanı sıra eğitim sürecinde yanımızda olan tüm eğitmenlerin ve bu kursun arka planındaki herkesin özverisi çok güzel dört gün geçirmemizi sağladı. Tam da bu noktada güler yüzü, samimiyeti ve tüm destekleri için özellikle Naz Uğurlu, Müge Ergun ve Hannah Lau’ya teşekkür ediyorum.
İki gruba ayrılan ekip her iki alanda da genel bilgi aktarımları ve uygulamalarından sonra hangi alana yönelmek istiyorlarsa o çalışmaya dahil olma fırsatı buldu. Hayvan kemikleri üzerine çalıştığım ve çalışmalarımın hayvan kemikleri üzerine yoğunlaştığı için son günümün tamamını Hannah’nın grubunda geçirdim. Modern hayvan kemik koleksiyonuyla karşılaştırmalı çalışma çok yararlı oldu.
Hem konaklama hem de eğitim aldığımız yerin, İstiklal Caddesi üzerindeki ANAMED’de olması güzel bir avantaj sağladı. Eğitim aralarında ya da bitiminde yine aynı yerde bulunan “Arşivin Belleği: Marcell Restle’nin Anadolu Araştırmaları” ve “Yitik İmparatorluğu Resmetmek: İtalyan Merceğinden Anadolu’daki Bizans Sanatı, 1960–2000” sergileri de görmeye değerdi. Bu süreçte zengin bir koleksiyona sahip ANAMED Kütüphanesi’nden yararlanma şansımız da oldu. Bilimsel aktiviteler bir yana, konaklama bursu sayesinde kaldığımız ANAMED terası özellikle akşam ve gece saatlerinde meditasyon niteliğindeydi. Konaklayan misafirlerin ve bursiyerlerin kullanabildiği teras, geç saatlerde kimsenin olmadığı, sadece İstiklal Caddesi’nden yayılan uğultu ya da çevre kafelerden, publardan gelen gürültülü müziklere inat günün yorgunluğunu atmamızı sağlayan atmosfere sahip.
Sürekliliğinin olacağına inandığım bu programın, çevresel arkeolojinin önemini anlamak, farklı alanlar içinse nasıl entegrasyon sağlanabileceğini kurgulamak için çok büyük ve güzel bir başlangıç niteliğinde olduğunu düşünüyorum. Bu alanda birlikte çalışabilecek diğer bilim kollarından ya da farklı alanlardan gelecek katılımcılarla güzel işbirlikleri yapabileceği gibi özellikle lisans ya da lisansüstü düzeyinde istediği araştırma alanını keşfedememiş, arkeolojide devam edebileceği farklı uzmanlık alanlarının olduğunu ya da nasıl yönleneceğini bilmeyenler için bu tür çalışmaların artmasını temenni ediyorum.