Scroll Top

6 Şubat Depremine Dair – 6 February Earthquake Remembrance

Tüm kayıplarımızın anısına saygıyla / With respect to the memory of all our losses
Slider_FESS-2_2-1-kare

Bu yazılar 6 Şubat depreminin yıldönümü vesilesiyle ANAMED’in Depremden Etkilenen Akademisyenlere Araştırma Desteği (FESS) kapsamında desteklenen araştırmacıları tarafından kaleme alınmıştır. Yazılarda kimi zaman geçen depremin ilk günlerine dair kimi ifadeler, okuyucuda çeşitli zor duygular uyandırabilir. Biz, depremin birinci yıldönümünde, etkisi uzun yıllara yayılan böyle ağır bir felaketin kendilerindeki ve bölgedeki izlerini paylaşmak gibi zor bir işe kalkışan araştırmacılarımıza çok teşekkür ediyoruz.

**

These posts have been written by fellows supported by ANAMED’s Fellowship for Earthquake Stricken Scholars on the occasion of the first anniversary of the February 6th earthquake. Discussions of the first days of the earthquake in several cases may evoke various difficult emotions in the reader. We sincerely thank our fellows who have undertaken the challenging task of commemorating the first anniversary by sharing about such a severe disaster in their lives and the region.

Üniversitedeki görevim nedeniyle 2012 yılının Kasım ayında yerleştiğim Antakya ile ilk tanışıklığım bu tarihin altı yıl öncesinde gerçekleştirdiğimiz turistik geziye dayanmakta. Açıkçası bu kısa süreli bölge gezisinin hafıza ve hislerimizdeki etkisi, Antakya’ya yerleşme kararımızın belirleyicilerindendi. Dağı, denizi, nehri ve ovasıyla Amin Maalouf  ve Yaşar Kemal’in romanlarına göz kırpan peyzajından bir şeyler bulduğum bu kente yerleşme fikri beni oldukça heyecanlandırmıştı. Habibi Neccar Dağı Dağı ile Asi Nehri arasına konumlanmış, avlusunda limon ve narenciye ağaçlarını barındıran, birbirine bitişik taş yapıları, o zaman üç beş yapı dışında diğerlerinin hâlen ev olarak yaşam sürdüğü, dar ve kimi zaman da çıkmaz sokaklarıyla buram buram Akdeniz kokan eski Antakya’nın büyüleyici etkisine o kısacık geziyle girmiştik bir kere… Heyecanlıydım!


Res. 1 Eski Antakya evi (Canan Karataş’ın makinesiyle çekildi)

Kente dışarıdan gelip yerleşen birçok insan gibi, günlük yaşamı kolaylaştıran —ya da kolaylaştırdığını  zannettiğimiz—imkânlar nedeniyle ikamet tercihimizi, yeni imara açılmış, şehir merkezine kıyasla görece sağlam zeminli ve daha serin olduğu iddia edilen, müthiş bir hızla yüksek binaların inşa edildiği yeni kent alanından yana kullanmamızla birlikte heyecanım kısa sürede sönümlendi. Bu yeni yaşam alanı, yaklaşık bin kişinin ölümüne neden olan Rönesans Sitesi’nin—pardon “rezidans” deniliyordu! Çoğu insanın zihnine depremde devrilmiş hâlinin görüntüsüyle kazınan, teknolojik ayrıcalıklarla donatılı, sözüm ona yüksek yaşam standartları sunan estetik yoksunu yapının—da bulunduğu yerdi. Otoyol bağlantısı ile hem şehir merkezine hem de şehir merkezi dışında yer alan birçok kamu yapısına kolaylıkla ulaşım sağlanabiliyordu (hastane, üniversite, adliye, şehirlerarası otobüs terminali vb).


Res. 2 Antakya’nın yeni yapıları ve tam karşıda Habib-i Neccar Dağı ve Kuseyr Yaylası (Fotoğraf: Canan Karataş)

Açıkçası burada yaşamak, gündelik yaşam pratikleri için belli birtakım kolaylıklar sağlasa da, yaz aylarında günlerce süren su sorunu, kış aylarında sıklıkla yaşanan elektrik kesintileri, yoğun yağmurlu günlerde su baskınları oluyordu. Özellikle kış aylarında havaalanını kullanımını minumuma indiren alt yapı problemlerinin yanı sıra toplu taşıma araçlarının yetersizliği de zorlayıcı zamanlar yaşamama ve hatta kent kavramını sorgulamama neden olmuştu. Evet en yenisinden binalar vardı, “duble bir yol da”!, hatta bir de yaşam alanımın yakınında modern kentlerin olmazsa olmazı şehrin ilk ve tek alışveriş merkezi!…Peki ama Antakya bir kent miydi?


Res. 3 Havaalanı yolu su baskını, Amik Gölü Alanı (Fotoğraf: Canan Karataş)

Tarihsel ve mekânsal anlamda devinimsel olan kent kavramını tanımlamanın zorluğuyla da hayatımın bu evresinde karşılaştım. Biz arkeologlar kentlerin ortaya çıkışındaki başat rolü sulu tarım ve edinilen artı ürüne atfederiz; modern çağda ise kent kavramı daha çok sanayi ve nüfus yoğunluğu ile ilişkilendirilir. Antakya bir sanayi kenti değildi (burada kent merkezine 65 km uzaklıktaki İskenderun ilçesini kastetmiyorum), ekonomisi hâlen büyük oranda tarımsal faaliyetlere dayalıydı (zeytin fabrikası gibi tesisler, tarımsal ürünlerin ihracatı vb); alt yapı yeterli değildi…

Tepe noktalarından kent ve kırsal peyzajını, en yüksek binalarından çatılarını seyrederek, sokaklarını ve köylerini karış karış gezerek—bir bölümünde arkeolojik yüzey araştırmaları gerçekleştirdiğim için kendimi şanslı hissediyorum—özümsedim kenti. Uzun zamana yayılan bir süreçte, içeriden, yoğun insan ve mekân etkileşimleriyle yoğrulan ilişkilenme biçimimde bu kent, İstanbul’dan sonra gelen—ortaklaştıkları birçok geçmişe sahip oldukları için sanırım—en özgün kimliğe sahip kentti artık benim için…


Res. 4 Kuseyr Yaylası Yüzey Araştırmaları- Arkada Jebel Aqra Dağı/Kel Dağı (Fotoğraf: Özen Turan)


Res. 5 Vakıflı Köyü (Fotoğraf: Burcu Ünlükaplan)

Tarihinde çok sayıda büyük ve yıkıcı etkilerle sonuçlanan depremler ve ona eşlik eden yangın, talan ve salgınlar yaşayan Antakya, her yıkımdan sonra kendini onarmayı ve hatta yeniden inşa etmeyi başarmıştır ki bu özelliği, kentin en güçlü yönünü temsil etmektedir. Kanımca bu başarı hikayeleri de yerin/mekânın ruhu (genius loci) ile yakından ilişkilidir.

Kentin tarihsel sürecindeki her topluluk, mekânın ruhunu kendi deneyimleri ve yaşam pratikleri ile üretmiş, bir anlamda kolektif belleği mekânda nesnelleştirmiştir. Ortak pratiklerin gerçekleşmesi için ihtiyaç duyulan mekânın, insan etkileşimiyle dönüşen ve dönüştüren bir doğası vardır. Dini yapıların dışında, özellikle kentsel topluluğun ruhunu yansıtan günlük rutinlerin ve kolektif pratiklerin gerçekleştiği Antakya’nın Uzun Çarşısı, Büyük Parkı gibi kamusal mekânlar, geçmişten günümüze kimlik ya da kültür oluşturmanın yanı sıra, kent halkına aidiyet duygusu da kazandırmıştır. Özgün kent ruhunun yanı sıra kentlinin aidiyet duygusu ve inancının—zorlu yaşam koşulları yıldırmadığı sürece—kenti onaracak ve yeniden inşa edecek gücü kendi içinde barındırdığına yürekten inanıyorum. Son iki-üç aydır kent belleğine, kültürel ve yaşayan mirasına yönelik yerel halkın çalışmalarını (örn. https://hafizaharitasi.com / https://www.nehna.org/) yakından takip ediyor, konuyla ilgilenenleri de dayanışmaya çağırıyorum.


Res. 6 Eski Antakya Sokakları (Fotoğraf: Yaz Ertürk)

Resmi makamlarca açıklanan 53.537 kişinin—birkaç gün önce 130.000 kişi oldu bu rakam ve hemen akabinde “Cumhuriyet tarihinde” ifadesiyle düzeltildi!—ölümüyle sonuçlanan, Türkiye’deki 11 ili etkileyen 6 ve 20 Şubat Kahramanmaraş—Antakya depremlerinin ardından tam bir yıl geçti. Bu depremlerden en çok hasar alan kentlerden biri olan Antakya’nın neredeyse tamamı yıkıldı. Asrın felaketi olarak Cumhuriyet tarihimizde anılan bu yıkım şüphesiz tedbirsizlik, liyakatsizlik, bilimsizlik ve kaderci yaklaşımın ürünüydü. Birden çok aktif fay zonunun kesişme noktasında yer alan Antakya’da sismik hareketlilik, her 100-150 yıllık periyotlarla gerçekleşen 7 şiddetinin üzerinde deprem üretmektedir. Fakat kentin depremselliğine yönelik bilgi akışı akademisyenler ve birkaç meslek odası üyesi dışında hiçbir yere ulaşmamıştır. Son yıllarda gerçekleşen deprem çalıştayları, İmar Barışı, İl Afet Risk Azaltma Planı raporu ve Jeoloji Mühendisleri Odası’nın Hatay Deprem raporuna rağmen kentte gerçekleşeceği öngörülen depreme yönelik ne yazık ki hiçbir somut adım atılmamış, bilimin ışığına her daim inanan bir iki akademisyenin TV ekranlarında uyarıları ise havada asılı kalmıştır.

Felaketin üçüncü gününde ulaştı yardımlar, çünkü göl kurutularak inşa edilen havalimanı, övünülen karayolları çökmüştü! Çöken öyle çok şey vardı ki… telefon hatları, elektrik direkleri, kamu kurumlarının birçoğu, benzin istasyonları… kimsenin birbirine ulaşamadığı, sağlıklı iletişimin kurulamadığı üç gün… haber alamadı kimse birbirinden uzun bir süre. Bazı çocuk ve yetişkinlerden hâlâ alınamıyor, o ayrı bir iç sızısı!!!

O korkunç günün üzerinden bir yıl geçti ve iki gün sonra yıldönümünde orda olacağım —depremden sonra ilk kez!—Hemen öncesinde duygularımı bu blog vasıtasıyla yazıya dökmek bu yüzleşme ânının ilk aşaması benim için… Depremde kaybettiğim arkadaşlarım ve çocuklarının isimlerini ilk kez yan yana yazıyorum ve listenin uzunluğunu da bu aşamada farkediyorum… Cansu, Büşra, Abdo, Emel ve onun güzeller güzeli iki kızı Selin ve Melis, Kamile ve güzel oğlu Ali Emir, Nesrin, Yağmur, İbrahim öğretmen, mesai arkadaşlarım Suphi, Didem ve Betül’ü sevgiyle anıyor, yakınlarını kaybeden tüm depremzedelere başsağlığı diliyorum. Yattığınız yer incitmesin…

Onları aramızdan vakitsiz alan bu depremde, yıkılan binaların yapımına onay veren bir kamu görevlisinin bile hukuk karşısında hesap vermemesi tüm kayıpların ailelerinin ortaklaştığı alandır ve acıyı hâlen diri tutmaktadır. İnsanların adalet ve güven duygusunu yitirmemesi adına bu adımın atılmasını yürekten temenni ediyorum.

Başka bir temennim ise, üzerinden bir yıl geçmesine rağmen hayatın normale dönemediği, özellikle yerel seçimlere yaklaştığımız şu günlerde siyasi figürlerin arenası haline gelen  Antakya’da hayatın bir an evvel normale dönmesi… Kentin yaşayan mirasını etkileyen, kamusal alt yapı eksikliği ve artan “insansızlaşma”,  eğitim ve sağlık alanındaki yetersizlikler, ekolojik yıkım ve halk sağlığı riski, doğal ve kolektif alanların gasp edilmesi,  yerel mirasın kaybı, yerinden etme, soyutlaştırma, kişisel güvenlik ve asayiş gibi temel meselelerin hâlen tam olarak çözüme kavuşturulmamış olduğunu hatırlatarak, tüm kamu kurumları, STK’lar, sanatçılar ve yerel halkın, kalıcı ve sürekliliği olan çözümler için kente gerekli ihtimamı göstermesini yürekten diliyorum.

Depremin ilk gününden beri yaraların sarılması ve yaşamın normale dönmesi için çaba gösteren, görev yaptığım kurumum Mustafa Kemal Üniversitesi de ne yazık ki bu felaketten olumsuz bir şekilde etkilenmiştir. Bazı fakülteler, ortak kullanım alanları, öğrenci yurtları gibi birimlerinin hasar aldığı üniversitede eğitim büyük oranda uzaktan—online—devam etmektedir (bina onarım süreci sağlık fakültesi gibi uygulamalı birimleri önceleyerek yapılmaktadır). Mevcut durumda hem akademik ve idari personelin, hem de öğrencilerin temel gereksinimi olan kalıcı barınma sorunu da henüz devam etmektedir.

Bu zorlu “yeniden inşa sürecinde” Antakya’nın sağalması için belki de hiç olmadığı kadar sanatsal faaliyetlere, projelere ve bilimsel çalışmalara ihtiyacı var! Karşılaştığımız doğa olaylarının bir daha felakete dönüşmemesi için, ilerleyen aşamada akademik çalışmalarımızı yerel ile paylaşabileceğimiz, karşılıklı bilgi, birikim ve deneyim alışverişinde bulunabileceğimiz alanları yaratabilmeyi umut ediyorum. Bu bağlamda, Antakya ve çevresinde yaşamış tarih öncesi topluluklara yönelik gerçekleştirdiğim bu çalışmanın da kentsel bellekte konumlanacağı yeri görmek için sabırsızlanıyorum [1].

 

[1] 6 Şubat 2023 tarihi sonrasında hayatımızda gerçekleşen ani değişim ve belirsizlikler bizi bir miktar yorsa da, akademik dayanışmayla bize çok kıymetli bir alan açan ve doktora araştırmamı sağlıklı bir şekilde devam ettirebildiğim fiziksel ve sosyal koşulları iki sömestr boyunca sağlayan ANAMED’e ve bu süreçte desteğini esirgemeyen kurumum HMKU’ne en içten teşekkürlerimle…

6 Şubat 2023, saat 04.17’deki deprem sadece toprağın yüzeyini değil, aynı zamanda hayatımızın derinliklerini de sarstı. Geride yalnızca kocaman bir yıkım ve acı bırakan bu felaketi, hayatım boyunca hiçbir zaman unutmayacağım. Ev sahibim tarafından aranarak öğrendiğim depremin etkisiyle sadece kendi apartmanımın yıkıldığı düşüncesi, sonradan ortaya çıkan gerçekler karşısında hafife alınabilir bir durumdu. Ben orada olsaydım, hızlıca dışarı çıkabilir miydim? Kurtulabilir miydim? Günlerce, haftalarca kafamın içinde cevaplanmayan sorulardı. Kanser tedavisi gören annem, büyük ve riskli bir ameliyat kararı vermeseydi ben de orada olacaktım ve bedenime altıncı veya yedinci  gün ulaşılacaktı çünkü  apartmanın saniyeler içinde yıkıldığını ve insanların evlerinin kapılarına kadar bile gidemediğini  öğrenmiştim. Anılarımı biriktirdiğim, kendime ait bir düzenimin olduğu evim yerin altına girmişti ve hatıra olarak saklayabileceğim hiçbir şeyim kalmamıştı.

Çevremdeki insanlar beni “yaşıyorsun” diyerek anlamaya çalışıyorlar, ama benim iç dünyamın yıkıntılarını göremiyorlardı. Evet, fiziksel olarak buradayım, ancak ruhum, bir gün içinde yaşadığım kayıplarla sarsılmış bir enkaz halindeydi.  Belki de yaşadığım acıları ifade etmek için kelimeler yetmiyordu. Annem arka arkaya üç ameliyat olup, birer hafta arayla kalp krizi geçirdiğinde yoğun bakım kapısının önünde beklerken arka arkaya aldığım ölüm haberleri karşısında ben yaşıyor muydum?   On sekiz kişiyi kaybettiğimi öğrendiğimde ben gerçekten yaşıyor muydum? Ailem gibi hissettiğim komşum ve ailesinin acı çekerek öldüğünü öğrendiğimde ben yaşıyor muydum? Ev ile ilgili her türlü ihtiyacımda yanımda olan Ali abinin eşini, çocuklarını ve annesini kaybettikten sonraki intiharını öğrendiğimde, arkadaşımın cesedine iki parça hâlinde ulaşıldığını duyduğumda ben gerçekten yaşıyor muydum? Aslında, hiçbirimiz bu depremden sağ çıkmadık. Her birimizin yaşadığı bu ağır deneyim, başka hiçbir şeyle veya bir başkasının yaşadığı acı ile kıyaslanmayacak kadar kendi içinde anlam taşıyor. Hepimiz, şu an taşıdığımız ve ileride izlerini taşıyacağımız acıların ve travmaların yükünü sırtlamış durumdayız çünkü sadece kayıplarımızın değil bir şehrin yasını tutuyoruz.

O gün orada bulunmamam bir şanstı, belki de kaderimdi,  ancak çocukluğumun mutlu ve huzurlu geçtiği, doğup büyüdüğüm bu şehirdeki masum çocukların ölümü onların kaderi olamazdı! Ya da, aylarca sevdiklerinin cesedini bekleyen insanların moloz yığınları içinden parçalanmış bedenleri bulmaları… Geçmişim silinmiş gibi hissediyorum ve geleceğim ise çok bilinmeyenli bir denklem gibi duruyor.

Deprem, akademik hayatımızda da ciddi bir aksaklık yarattı. Üniversite binaları ve laboratuvarlar gibi temel altyapı elemanları zarar gördü. Bu durum, öğrenci ve akademisyenler arasındaki etkileşimde düşüşe neden oldu. Şahsen üzerinde çalıştığım bir proje antropolojik kemikler üzerindeki antik DNA çalışmalarını içeriyordu. Ancak laboratuvar malzemelerim deprem nedeniyle zarar gördü ve bu sadece maddi kayıplara yol açmakla kalmayıp aynı zamanda proje çıktılarımı ve gelecekte üreteceğim yayınları da etkiledi. Bunun yanı sıra, tüm akademik çalışmalarımın yer aldığı kişisel bilgisayarımın enkaz altında kalması, akademik hayatımı sıfır noktasına taşıdı. İşte bu noktada nasıl ki deprem anında duygularımı ifade etmek için yeterli kelimeleri bulamıyorsam, şu an tüm ANAMED ekibine teşekkür etmek için de yeterli ifadeler bulamıyorum çünkü ANAMED, araştırmalarımı sürdürebilmem için kütüphane, veritabanı, ulusal ve uluslararası ağlar gibi ihtiyaç duyduğum koşulları sağladığı gibi, en az onlar kadar önemli bir diğer unsur da, depremden yedi ay sonra sosyalleşebilmem için oluşturduğu uygun ortamdır.

Bu depremin ardından, bana destek olarak, içsel enkazımın ortasında benimle birlikte ilerlediği  ve taşıdığım yükü hafiflettiği için hepsine minnettarım…

The earthquake of February 6, 2023 at 04.17 shook not only the surface of the earth, but also the depths of our lives. The notion that only my apartment had collapsed due to the impact of the earthquake, as I learned from my landlord’s call, turned out to be a situation that could be underestimated in light of the later-revealed facts. If I had been there, could I have gotten out quickly, could I have survived? For days, weeks, these were questions that remained unanswered in my head. If my mother, who had been undergoing cancer treatment, had not decided to have a major and risky surgery, and I would have been there, my body would have been reached on the sixth or seventh day. Because I had learned that the apartment building collapsed in seconds and people could not even get to the doors of their houses. I had stored my memories in a home where I had my own order, but that home had gone underground, and I had nothing left to keep as a memento.

The people around me were trying to understand me by saying “you are alive,” but they could not see the ruins of my inner world. Yes, I was physically here, but my soul was a wreck, shaken by the losses I had suffered in a single day. Perhaps words were not enough to express the pain I was going through. When my mother had three operations in a row, when she had heart attacks one week apart, when I was waiting at the door of the intensive care unit, when I received the news of deaths, one after the other, was I really alive? Was I truly alive when I learned that I had lost 18 people? Was I truly alive when I learned that my neighbor and his family, whom I felt were like my family, had died? Was I really alive when I learned that Ali, who was there for me in all my household needs, had committed suicide after losing his wife, children, and mother, and when I heard that my friend’s body was found in two pieces? In fact, none of us survived this earthquake. This profound experience that each of us goes through has inherent meaning that cannot be compared to anyone else’s or the pain they may have experienced. We all bear the burden of the pain and traumas we carry now, and those we will carry in the future, as we mourn not only our losses but also feel the grief of an entire city.

It was a chance that I was not there that day, maybe it was my fate, but the death of innocent children in this city where I was born and raised, where my childhood was happy and peaceful, could not be their fate! Or, for the people who have been waiting for the bodies of their loved ones for months, to find their shattered bodies amidst piles of rubble… I feel as if my past has been erased and my future is like an equation with many unknowns.

The earthquake had a significant impact on our academic life. University buildings and laboratories, which are fundamental infrastructure elements, suffered damage. As a result, there was a decrease in interaction between students and academics. Regarding my personal project, I was conducting ancient DNA studies on anthropological bones. However, the laboratory materials were damaged due to the earthquake, resulting not only in material losses but also in impacts to the outcomes of the project and the publications that would be produced in the future. Furthermore, the destruction of my personal computer, which held all of my academic work, brought my academic progress to a halt. At this point, just as I cannot find enough words to express my feelings at the time of the earthquake, I cannot find adequate words to thank the entire ANAMED team. ANAMED provided the necessary conditions for me to continue my research, including access to a library, databases, and national and international networks. Additionally, the institution created a conducive environment for me to socialize seven months after the earthquake. I am grateful to the ANAMED team for supporting me after this earthquake, for moving forward with me in the midst of my inner wreckage, and for lightening the burden I carry.

6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde yaşanan depremde maalesef en çok etkilenen yer Antakya’dır. Deprem benim hayatıma Antakya ile birlikte girdi. 1990’lı yılların sonuna doğru Antakya’ya yerleştiğimde “deprem” bu kentin hafızasında henüz çok tazeydi. O yıllarda şehirde kiminle konuşsanız size depremden söz ederdi. Nedenini anlamak mümkündü çünkü 1996 yılında Antakya’da büyük bir deprem yaşanmıştı. Kentte her zaman küçük sarsıntılar yaşanmaya devam ederdi. Antakya, tarihte depremleri ve hiç dinmek bilmeyen yağmuru ile meşhurdu. Bir arkadaşım Antakya’yı esprili bir dille tanımlarken “çarşamba günleri sel, pazar günleri depremin olduğu yer,” derdi. Deprem bu şehirde yaşayan insanların korkusu ve haberdar olduğu bir gerçekti.

Bugün düşündüğümde Antakya’ya doğru giderken insanı ilk etkileyen şey şüphesiz muazzam bir coğrafya olurdu. Belen Geçidi’nden sonra sisler içerisindeki Amik Ovası’nı geçer, Silpius Dağı’nın eteklerinde ve Asi Nehri’nin kıyısında masallardaki gibi muhteşem bir tarihi şehirle karşılaşırdınız.

Fotoğraflar: E. Fındık, 2019

Bu tarihi kent Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri Sünniler, Nusayriler, Türk-Arap Ortodokslar, Katolikler, Protestanlar, Yahudiler, Ermeniler, Bahailer ve Levantenlerin yaşadığı muazzam zenginlikte bir yerdi. Kentteki tüm bu farklılıkların bir arada, barış ve huzur içinde yaşadığını ifade eden ve daha sonra bir sembol haline gelen fotoğraf, o yıllarda çekilmişti. Herkesin farklılığına ve birlikteliğine vurgu yapan şey, o kentte hep “mozaikti.” Farklı inançtaki insanların, mesela Hıristiyanların Müslümanların, Müslümanların da Hıristiyanların bayram günlerinde ev ziyaretlerine gittiğine ilk defa bu şehirde şahit olmuştum. Birlikte kutlanan bayram günlerinde kiliselerde okunan muazzam Arapça ilahiler, pişirilen hırisinin tadı, Hızır aleyhisselamın türbesindeki tütsünün kokusu hâlâ burnumdadır. Antakya’nın bu tarihi kent dokusu ile çok kültürlü etnik ve demografik yapısı, aslında oradaki tek yaşama nedenim oldu. O şehirde hayatımın en mutlu zamanları tarihi kentte yaşayan misafirperver, neşeli, samimi o güzel insanlarla geçirdiğim anlardır. Birazdan bahsedeceğim arkadaşım Betül’le (Balıkçıoğlu)  aslında birbirimizi o yıllardan tanırdık.

Fotoğraflar: Deniz Emir

Antakya 6 Şubat 2023 tarihinde saat 04.17’de tarihinde pek çok defa olduğu gibi büyük bir sarsıntıyla yok oldu. Bulunduğum yerde yıkımın büyüklüğünü anlamak mümkün değildi. Depremin büyüklüğünün farkına şehir merkezini gördükten sonra varmıştım. Depremden sonra hatırladığım en kötü şey insanlara yardım etmek yerine, sabah saatlerinde yağmanın çoktan başlamış olmasıydı. O gün telefonlar çalışmadığı için kimseden haber almak mümkün değildi. Betül de onlardan biriydi. Tıpkı ailesi gibi ben de günlerce ondan gelecek iyi haberi bekledim.

Betül Balıkçıoğlu

Betül, Antakya’nın güzelliklerini, zorluklarını, neşesini, hüznünü paylaştığım o şehirdeki en sevdiğim arkadaşımdı. Aynı zamanda çok başarılı bir akademisyendi ve yakında profesör olacaktı. İkinci kitabını yazıyordu. Betül, benden farklı olarak bu topraklara aitti. Arap-Ortodoks bir aileye mensuptu. O iyi bir insan, akıllı, güçlü, hissi, merhametli, yardımsever biriydi. Sıradan biri değildi; doğayı ve hayvanları çok severdi, gezgindi, estetik duygusu çok gelişkindi, iyi bir fotoğrafçı, bana göre bir sanatçı ama her şeyden önce iyi bir evlat, iyi bir kardeşti. Herkesin hayran olduğu bir insan ve öğrencilerinin çok sevdiği bir hocaydı. Hayatımda onun gibi bir dosta sahip olma şansına eriştiğim için şanslıydım. Onu tanıyan kişilerin hemen aklında kalan ve insanların onunla özdeşleştirdiği çok güzel gümüş gri rengi saçları vardı.

Betül’ün oturduğu apartmanın enkazında kardeşi ve kuzeni günlerce kendi imkânları ile onu bulmaya çalıştılar. Nihayet enkazda çalışan ekipler, ona depremden altı gün sonra ulaştı. Ona ulaştıklarında yakınlarına sordukları o soru beni derinden etkiledi. “Saçları ne renkti?”

Depremin yarattığı travmayı aşmanın çok kolay olmadığını belirtmeliyim. Betül kayıplarımızdan sadece biri. Ondan bahsetmiş olmanın ailesini üzmemesini umuyorum ancak sadece onu anmak değil bütün deprem kayıplarının bu şehrin hafızasından tekrar silinmesini, unutulmasını istemiyorum. Kaybettiğim öğrencilerimin, arkadaşlarımın, tanıdığım insanların, tanımadıklarımın ve onların yaşadığı bu talihsizliğin unutulması daha büyük bir haksızlık olurdu. O kentte hayatımızın bir parçası olan ve kaybettiğimiz insanları hatırladığınızda benzer üzüntüleri her biri için ayrı ayrı hissediyorsunuz. Bazen de hayatın akışında ya unutursam diye kendinizi suçladığınız oluyor. Maalesef yaşam buna göre kurgulanmış… Şu bir gerçek ki belki unutmayacağız ama hafifleyecek.

Deprem bize dersler çıkarmak için bir sebep olmalıydı. Geçmişte de bu olmadı mı? Antakya’da hâlâ koşullar hiç iyi değil. Yaşamın normale dönmesi ve bir kent oluşması çok uzun yıllar sürecek. Bildiğiniz üzere “kenti” sadece barınma ihtiyacını karşıladığımız bir yer olarak tanımlayamayız. Kent bir uygarlık, pek çok bileşenin ve dinamiğin bir arada olduğu organik bir yapıdır. Elbette Antakya’yı hep birlikte yeniden inşa edeceğimize ve depremin yaralarını dayanışmayla saracağımıza inanıyorum.

Depremden sonra kentteki insanlara yardım etmek ve yaşamlarını sürdürmelerini sağlamak için pek çok kurum, kuruluş, STK, vakıf, dernek ve toplumun her kesiminden insanın desteği gerçekten çok önemliydi. Akademisyenlerin durumu diğer herkes gibi çok zordu. Eğitim ve öğretim hayatını devam ettirmek aynı zamanda bilimsel faaliyetler de yürütmek durumundasınız. Üniversite demek, kent demektir. Kentin olmadığı yerde üniversiteli olmak güçtür. Akademik faaliyetlerinizi sürdürebilmek için her şeyden önce temel ihtiyaçlarınızı karşılayabilmeniz, sosyal ve kültürel olarak uygun koşullarda çalışma olanağı ve eşit rekabet hakkına sahip olmanız gerekir. Bu süreçte Koç Üniversitesi bünyesinde ANAMED’in oluşturduğu deprem programı sayesinde akademik çalışmalarımıza devam edebilmemiz için bize sunulan fırsat unutulmayacak bir destek ve dayanışma örneğidir [1].

Sevgili Betülümüzün ve kaybettiğimiz tüm güzel insanların gidişinin üzerinden bir yıl geçti. Hepsine Allah’tan rahmet diliyorum.  Sanırım hayatımın uykusuz geçen en uzun bir yılıydı. Deprem hayatımı sonsuza kadar değiştirdi ama beni de değiştirdi. Deprem bir kriz anında yapabileceklerimin sınırlarını yeniden keşfetmemi sağladı. Size ihtiyacı olan insanlara ya da canlılara yardım etmenin hayattaki gerçek mutluluk olduğunu daha fazla hissetmeme neden oldu. Yaşarken önemsediğim ancak aktif olamadığım pek çok alanda faydalı olabileceğime inancım arttı. Bu beni bir gönüllü, sivil toplum kuruluşu üyesi ve bir aktivist yaptı. Mesela unutmadığım şeylerden birisi depremde otizmli çocukların öğretmen ve ailelerine ulaşarak onlar için geliştirilmiş uygun materyallerin temin edilmesini sağlamaktı. Buna benzer onlarca konuda deprem bölgesine destek olmaya çalışmak kendimi faydalı hissettirdi. Ancak şunu da belirtmek isterim ki depremden sonra orada kalarak mücadele eden insanların yaptıklarının yanında bunlar hiçbir şeydir ve gerçek kahramanlar onlardır.

[1] Koç Üniversitesi ve ANAMED Kütüphanesi’nin olanakları ve her hafta ANAMED tarafından düzenlenen bilimsel etkinlikler sayesinde bu süreci daha doğru ve verimli bir şekilde geçirmemiz sağlandı. Her şeyden önce ANAMED çalışanlarının tümü son derece samimi, yaşadığımız travmayı gözeterek ilgili ve özenli bir şekilde iletişim kurdular. Bu nedenle aslında yıllardır dostluklarını esirgemeyen M. Rahmi Koç ve ailesine, Koç Üniversitesi ve ANAMED’e  kendi adıma özel teşekkürlerimi sunmak isterim.

Depreme Antakya’da eşimle yakalandık.  90 saniyelik ağır depremden kurtulabileceğimize hemen herkes gibi pek ihtimal vermezken küçük yaralarla ağır hasar alan binamızdan çıkabildik. Birkaç günümüzü Antakya ve çevresinde geçirdikten sonra ailemizin yanına taşındık. Hem kendi içimizde yaşadığımız hem de çevremizde tanık olduğumuz acılı sürecin üzerimizdeki etkilerini azaltmaya çalışırken, mesleki işlerimi sürdürebileceğim bir çalışma ortamı ve materyallerimin yokluğunda elbette kendimce zorluklar yaşadım. ANAMED’in depremden etkilenen akademisyenlere sunduğu burs imkânı, bir yandan içinde bulunduğum psikolojik durumdan sıyrılmamı sağlarken, aynı zamanda ihtiyaç duyduğum bilimsel ortamı da fazlasıyla sunmuş oldu. Maddi ve manevi desteklerinden dolayı bu bağlamda Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi ve tüm ekibine minnettarım.

I was in Antakya with my wife when the earthquake occurred. While we, like many others, did not think that we could survive the 90-second heavy earthquake, we managed to get out of our heavily damaged apartment building with only minor injuries and felt grateful to be alive. After spending a few days in and around Antakya, we moved into my parents’ house, located far away from the earthquake region. While trying to reduce the effects of the painful process we’ve gone through, I’ve undoubtedly had difficulty in the absence of a work environment in which I could continue my professional work. The fellowship opportunity offered by ANAMED to academics affected by the earthquake not only helped me get out of the psychological situation I was in but also provided me with the academic environment I needed, and therefore I am grateful to Koç University ANAMED and its team for their invaluable support.

FRIENDS, THE CITY, AND MEMORY:

Over the weekend and until February 5th, we were eagerly waiting for the university and schools to open. We walked through the narrow cobblestone streets of old Antakya and for the last time we passed through the Uzun Çarşı (Long Bazaar) that smells of spices and has familiar shopkeepers all around.

Fig.1 Uzun Çarşı (Photograph: B. Özdilek).

At the entrance of the Uzun Çarşı, we would buy Halebi bread from Mehmet Agabey’s bakery, where we buy bread for the house, and would give our fathers’ greetings. Mehmet Agabey would offer my daughter Lykia an Antakya bagel with a pinch of cumin and salt.

In Uzun Çarşı, everyone eats bread with katıklı on their feet in front of the bakeries. My husband Onur loves the katıklı bread the most, which tells the story of the Mediterranean and, moreover, the connection between the diversity of culture and geography, which varies even in each neighborhood. He would eat the freshly baked katıklı bread on his feet. For the people of Antakya, katıklı bread is an indispensable food. The bread is made communally and shared with everyone. It is baked by hand in the earthen tandoor of each neighborhood, with fresh cheese, pepper paste, fresh thyme, basil, sesame seeds, and the Mediterranean’s most special olive oil.

Tradesmen with well-known Antakya faces always offered treats in their shops. For more than 100 years, we were the guests of Edip, the owner of Stephan Silvershop, a family tradition jewelry store, who welcomed us with “oh my dear, my dear”, and we would look at the antique-inspired jewelry he handcrafted in his corner shop, which always had plenty of customers. We would be seated with pleasant conversations, and after our cavalry coffees we drank on our feet, we would be sent off with the words “you are the crown of the crown.”

My father’s son Şükrü from Antakya owned the hardware store next to the fountain. My father would take a breathe in their shop after shopping in the bazaar. We lost Şükrü in the earthquake and then my father, whom he called “Ali Baba,” in Ankara. It is good that he did not witness the death of his son Şükrü and many of his friends in Antakya in the earthquake like us; his heart could not have borne this pain…

Fig. 2 Şükrü’s shop (Photograph: B. Özdilek).

In the historical Uzun Çarşı, in the courtyard of the Ottoman mosque, under the centuries-old plane tree, we would eat künefe on charcoal, on colorful cimems (trays made of reeds), watching the tray-turning ceremony.

On the “40 Asırlık Türk Yurdu Caddesi” (“The 40-century-old Turkish homeland street”), we first stop by İbrahim Özalp‘s shop, which would sell sculptures made of black serpentine, the traditional Hatay stone of Harbiye. Over wine and chickpeas, we would talk about the archaeology of Antakya. Mr. Ibrahim would proudly show me a signed book in which I wrote about the excavations in Harbiye and the art of sculpture started by his father.

Fig. 3 İbrahim’s Shop (Photograph: O. Tıbıkoğlu).

On the “40 Asırlık Türk Yurdu Caddesi” is the shop of our family friend Miguel (the name on the identity card) Huri. My father used to throw the first money to “Huri Antique Shop”, saying, “This is not my hand, this is the hand of our Mother Fatima.” His family’s history and antique shops are as old as ancient Antioch. Our acquaintance with Mişel (called as such among the Antiochians) dates back to 11 years ago when we moved to Antakya. We visited his shop every week and had pleasant conversations. While listening to jazz, we would talk about Antakya archaeology and world museums. We would talk about the projects done and to be done in Antakya. We would play the piano in that shop, we would look at oil paintings, we would decipher the tastes and life views of the people living in the city in the 19th century, in short, their stories, through objects. It offers us a synthesis of east and west, like the culture of Antakya. Mişel was our family friend. Dear Mişel made us experience the cultural richness of Hatay and the brotherhood in faith, and I remember his cherished memory with longing. After the earthquake, Antakya handmade green jars “katiremiz” and earthen jugs “caras” were broken. The wood carved mirror, cuckoo clock, crescent moon, and starred chest we bought from Mişel’s shop remain to remind us of his pleasant conversation and friendship.

Fig. 4 Mişel’s shop (Photograph: Zerda).

Mişel Huri showed us that people of different religions in Hatay have internalized the culture of living freely in reconciliation on the basis of brotherhood. It is impossible to see an example of this anywhere else. Whatever the beliefs of the people of Hatay, the greatest love  for many of them is reserved for Atatürk, because they know that Hatay joined the motherland thanks to the outstanding efforts of Mustafa Kemal Atatürk.

HISTORY REPEATS ITSELF!

The saying “Antioch has been destroyed 7 times in history,” which is engraved in the memory of Antioch society, is not true. It has been destroyed TENS OF TIMES since the Bronze Age’s historical records. Written sources tell us that many ancient settlements, not named Antioch, but many ancient settlements that we know or do not yet know the names of, established in the Amuq Plain, on the shores of the Mediterranean Sea or along the Orontes/Asi, have faced severe earthquakes throughout historical times. These earthquakes had a significant impact on the evolution of settlements, architecture, and socio-economic life [1].

In a video that recently went viral on the internet, the question was asked: how often do you think about which Roman emperor? At that moment, I thought about him. My answer: Trajan, with whom I share the same fate. According to Dio Cassius and Malalas, the emperor was caught in an earthquake in Antioch in 115 CE. Cassius Dio 68, 24-24: “Trajan went out of the window of the room where he was staying, and a being greater than human height came to him and carried him outside, so that he escaped with only a few minor injuries and lived in the open air in the hippodrome as the aftershocks continued for several days.” After experiencing the earthquake, he commissioned and dedicated the Tyche of Antioch, one of the most famous statues of antiquity, to bring prosperity and abundance to the city.

Why is Antioch being built on the same spot despite the earthquake?

Is Ibn Khaldun’s statement true? Is geography really destiny? 

According to archaeological and historical records, settlements in the Levant were destroyed by earthquakes, and the survivors rebuilt settlements on the ruins. After the February 6 earthquake, Antakya residents wrote “we will return again” on all the walls. Antakya has been and will continue to be inhabited, with its fertile soil, from prehistoric times to the present day, despite being a city of earthquakes [2].

Hatay is the transition point of the first humans from the Levantine corridor to Anatolia. It is a bridge between the alpha-beth of East and West (the emporium, a trade settlement known as Al-Mina, meaning “harbour” at the point where the Orontes/Asi meets the Mediterranean Sea, which is also the harbour of Tell Tayinat Mound/Kunulua in the Amuq Plain, mediated the transfer of the Near Eastern Phoenician alphabet to the western world after the 8th century BC) [3]. Hatay is the starting point of Christianity, the geography where the Star of David, the Cross, and the Islamic crescent freely find faith together [4].

Fig. 5 St. Petrus Grotto Church (Photograph: B. Özdilek)

Fig. 6 Antakya Jewish Synagogue (Photograph: B. Özdilek)

Fig. 7 Antakya Catholic Church (Photograph: B. Özdilek)

Fig. 8 Nakip Street with Ottoman Mosque (Photograph: B. Özdilek)

THE PEOPLE WHO MAKE ANTAKYA ANTAKYA WITH ITS DEEP HISTORY AND CULTURE:

From Antioch to Antakya, the city has a unique social life, a culture of communal living and a different demographic structure. Different faith groups have lived in certain neighborhoods since the Hellenistic period. While re-planning the city, the demographic structure before the earthquake should be taken into consideration, attention should be paid to neighborhood relations, and the people living in the previous neighborhoods should live in the same area in the new designs. Social-cultural-artistic life should also be planned in order for the population that migrated from Antakya to come back to the city. Instead of focusing only on tourism for the restored buildings, we should design a city where historical buildings live together with its people, and a living urban texture of historical Antakya should be preserved. My colleague Jozef Naseh, an archaeologist from Antioch, puts his finger on a very important issue. You can restore the church, but if you cannot improve the spiritual, social, and economic well-being of the community of Antiochians who believe in it, they will not return to Antioch, so the restoration of the church will be meaningless [5].

Fig. 9 Antakya Orthodox Church (Photograph: B. Özdilek)

A RESILIENT CITY

So, if Antakya’s people have such a strong sense of belonging in these ancient lands, then we have to create resilient cities, we have to learn from history. A large part of the responsibility, which should start with the individual, belongs to the state, which should design earthquake-resistant cities with laws that should not be bent.

Fig. 10 Antakya Parliament Building Before-After (Photograph: B. Özdilek).

Information-Document-Archive Dimension:

DIGITAL MEMORY AND HERITAGE ARE LIFESAVERS IN SUCH CASES. ALTHOUGH EXCAVATION WORK IN ANTAKYA STARTED IN THE 1930S, IT IS STILL SEEN THAT THE BEST RESTITUTION-DRAWING-MAP DOCUMENTS ARE STILL THE WORKS OF THAT PERIOD FOR THE PAST 100 YEARS. Unfortunately, it is not yet possible to have open access to the documents belonging to ANTAKYA, and it will not be possible to carry out restoration in accordance with the originals without access to accurate documents and information, due to the lack of surveys of many of the buildings (The Digital Heritage Society, founded under the leadership of Nurdan Atalan Çayırezmez, is carrying out projects on this subject).

Protection Dimension:

The February 6, 2023 earthquake caused us to lose our relatives, friends, and colleagues and caused thousands of people to die.

Fig. 11 Antakya Streets (Photograph: N. Sönmez)

After the earthquake, it was seen that there were major deficiencies in the information and data of our cultural heritage, there were difficulties in accessing information and documents after the earthquake, and there were problems in collective sharing. It was revealed that the newly established museums were not sufficiently designed to withstand earthquakes. It has also been observed that there are deficiencies in planning and effective implementation in the protection of cultural heritage. Reinforcement and restoration of registered or unregistered buildings, instead of demolishing them after they are identified as heavily damaged, would ensure the holistic protection of the urban fabric…. Why are the 100-year-old cypresses in the Old French Park, now Atatürk Park, being cut down and uprooted?

Archaeology and Excavation Dimension:

Until the earthquake, excavating and uncovering Antioch was always a problem, just like in Rome and Istanbul, metropolitan cities that were capitals of great civilizations, metropolis cities have been constantly inhabited and the modern city built on top of the ancient city. Although Antiocheia was built in a hippodamic (grid planning) style according to the principles of regular urban planning in the Hellenistic period, the modern city had a very distorted construction. Thus, the post-earthquake situation may also be an opportunity to realize an earthquake-resistant city design specific to Antakya, instead of a skewed construction, and to carry out the holistic urban excavations we dream of.

The Republic of Turkey Ministry of Culture and Tourism, scientists, and the public are planning to design the ancient city with open-air archaeo-park areas on both sides of the Orontes/Asi River. In order to restore the cultural assets of Antakya and its surroundings, we believe that it would be beneficial for the academics and students of Hatay Mustafa Kemal University Archaeology and Art History Departments, who have been working in the region for many years, and experts working in the region with different specialties to join the excavation team established in Antakya and carry out joint studies [6].

Notes:

[1] B. Özdilek, “Antakya’dan Antiokheia’ya Depremin Arkeolojisi,” İnterdisipliner Yaklaşımla Hatay’da Afet Deneyimi: 6 Şubat Depremini Tarihe Not Düşmek, ed. Veysel Eren, 409–29 (Ankara: Nobel Yayınları, 2023), d. Veysel Eren, Nobel Yayınları, 2023).

[2] A.g.e.

[3] O. Tıbıkoğlu ve B. Özdilek, “A Modern Hatay (Antioch) Mosaic “Co-Existence,” JMR 15 (2022): 433–58.

[4] A.g.e.

[5] N. Pehlivan ve J. Naseh, “Her Deprem Kendi Ekonomisini ve Kültürünü Yaratır,”Arkeo-Duvar, No.15 (Temmuz-Ağustos 2023): 55–62.

[6] B. Özdilek, “Antakya’dan Antiokheia’ya Depremin Arkeolojisi,” a.g.e.