Scroll Top

Ortaçağ Bizans’ında Hamamlar ve Yıkanma (11.– 14. Yüzyıllar)

by Yuri A. Marano, ANAMED Kıdemli Bursiyeri (2020–2021)
anamed-blog-screenimage

Aralık 1307’de, Konstantinopolis Patriği I. Athanasios, sıkı Ortodoks dindarlığı ile tanınan İmparator II. Andronikos’a (1282–1328) mektup yazarak “sevapların ihmal edilmemesini ve özellikle de… başkentteki tüm hamam ve tavernaların imparatorun emriyle pazartesi sabahından cumartesi sabahına kadar kapatılması, erkek, kadın ya da çocuk, herkesin kutsal kiliselerde zaman geçirmesi ve deniz kıyısında yaşlı kadınların sattığı balıkları yemeyi bırakması” yönündeki taleplerini iletti. Athanasios, cemaatinin ruhani esenliği için endişe duyduğunu belirtti. Hıristiyanların, tanrıya ve kiliseye karşı görev ve sorumluluklarından alıkoyan tüm bu yerlerden ve eylemlerden kaçınmaları gerekiyordu.

Athanasios’un mektubu, Geç Bizans döneminde hamamların ne derece popüler olduğunu doğrular nitelikteydi. Yazılı ve arkeolojik kaynaklar, Orta ve Geç Bizans döneminde (9.–15. yüzyıllar) imparatorluk kentlerinde, taşrada ve askeri mekânlarda hamam binalarının yaygınlaştığını doğruluyor. Akdeniz havzasının tümünde, 7. ve 8. yüzyıldan sonra halka açık hamamların inşaatında genelde azalmalar olsa da bu ekonomik zorluk ve askerî istikrarsızlık dönemi boyunca imparatorluk yönetiminin büyük çaplı, karmaşık ve pahalı su ve ısıtma sistemlerini işletememesi genellikle halka açık büyük hamamları (thermae) etkiledi. Eski hamamların kaderi, suyu halka getiren su kemerlerine bağlıydı. Dolayısıyla, genel inancın aksine, büyük hamamların kayboluşu, Hıristiyanların yıkanmaya karşı tavır almasından ziyade mali kısıtlamalar ile ilgiliydi. Hıristiyanlar; hamamlar ile sıkça ilişkilendirilen ahlaksızlık ve uygunsuz cinsel davranışları kınasalar da aslında hamamlara doğrudan karşı değillerdi. Kilise, gündelik yaşama derinlemesine işlemiş böylesine popüler bir kuruma karşı tutarlı bir cephe almıyordu. Hamam ve yıkanma kültürü, Ortaçağ boyunca sürdürülse de geniş tabanlı sosyal kurumlar olarak hamamlar, klasik anlamda tam olarak yeniden canlandırılamadı.

Bizans hamamları, Roma’dakilere göre daha küçük olup tasarımları daha sadeydi. 4. yüzyıldan sonra hamamların boyutları küçüldü ve Geç Antik dönem hamamları genellikle kubbeli ya da tonozlu odaları tek bir eksen boyunca sıralanmış, “sıra-tipi” olarak bilinen yapılardı. Bu şekilde düzenlenmiş bir yapı örneği, Orta Anadolu’da Amorium’un aşağı kentteki kazılarda ortaya çıkarılan hamamdır. 5. yüzyıl sonu veya 6. yüzyıl başına tarihlendirilen bu yapı, kubbeli bir apodyterium’a (bir çeşit soyunma odası) sahipti ve bir avlu ve ikincil binalarla çevriliydi. Ancak, 8. yüzyılda, apodyterium terk edildi ve mimari öğeleri ile mermer kaplamaları söküldü. Milattan sonra 838 yılında gerçekleşen Müslüman saldırısında hamam yok edildi, geriye sadece yapının caldarium ve tepidarium’u kaldı.

Bizans döneminde pek çok kentte, halka açık, kiliseye ait ve özel hamam işletmesi sürdürülse de bunlar oldukça küçülmüştü ve eski örneklerden çok daha az su tüketiyorlardı. 14. yüzyılda Selanik’teki (Odos Theotokopoulou) çifte hamam, halka açık bu müesseselerin belirgin bir örneğiydi. Dikdörtgen plan üzerine inşa edilmiş, 12,5 × 15,7 metre boyutlarındaki bina, bir giriş salonu, bir tepidarium ve bir caldarium’dan oluşuyordu ve bir su deposu ile bir yeraltı ısıtma sistemine sahipti. Aristokrat malikanelerinde bulunan hamamlara yapılan göndermeler özel hamamların varlığına işaret ediyor. 13 Ekim 1202 tarihli Botaneiates Sarayı envanteri, geniş bir alana yayılan ve kontrol kapısı yapıları, iki kilise, avlular, davet ve yemek salonları, mesken birimleri, taraçalar, pavyonlar, ahırlar, mahzen, sarnıçlar ve bir hamamdan oluşan, duvarlarla örülmüş bir tesisi tanımlıyor. Buna karşın, Milet civarındaki Menderes Halici ağzına yakın, 1073’te Andronikos Dukas’a tahsis edilen kırsal bir mülkte ise kubbeli bir kilise, bundan açılan dört odalı (kouboukleia) kubbeli haç biçimli bir salon (trikilinion) ve mermer-kaplı hamam (loutron) bulunuyordu.Bu anlatım, Bergama Akropolü’nde kazıda ortaya çıkartılan Athena Polias Tapınağı’nın revak kalıntıları üzerine kurulan tesisi andırıyor. Yerel piskopos ya da askeri komutanın (dux) meskeni ile ilişkili olduğu varsayılan, Komnenos dönemine tarihlendirilen bu tesis, aristokratik bir meskenin özelliklerine sahip kubbeli bir kilise ve haç şeklinde bir hamam içeriyor. Son olarak, Yunanistan’daki Kaisariani, Daphni ve Dervenosallesi manastırlarındaki kazılarda ortaya çıkartılan örneklerin de gösterdiği gibi bol miktarda kanıt da hamamların kilise ya da manastırın parçası olduğunu gösteriyor.  

 Mevcut kanıtların hızlıca incelenmesi, yüz elli yıl kadar önce Fransız tarihçi Jules Michelet’nin Ortaçağ’ı “mille ans sans un bain” olarak tanımlayarak çizdiği karanlık tabloyu yalanlıyor. Peki, Bizans dönemi tarihi ve arkeolojisi, hamamlar ve yıkanma alışkanlıkları bize neler öğretebilir? Başka şeylerin yanı sıra bunlar, değişen beden ve beden gereksinimlerine dair teoriler, sağlık ve kişisel hijyene dair modalar ve kamusal ve özel yaşama dair dönüşen görüşleri bizlere gösteriyor. Sonuçta, Bizans hamamları ve yıkanmaya dair yapılmış çok fazla araştırma bulunmuyor ve bu alanda daha yapılacak çok çalışma var. Ancak, yazılı kaynakların taranması ve malzeme kalıntılarının analizinin, Ortaçağ Bizans’ının “sulu” peyzajını takdir etmemizi sağlayacağı kesindir.