Scroll Top

Eti Belirleyen Sınırlar: Bizanslılar, Osmanlılar ve Hayvanları

by Marissa Jeanne Smit, ANAMED Doktora Bursiyeri (2020–2021)
tumblr_b8d04d39180e685709e4cd7f6bf7cd66_fc4cae5b_500

Bu yıl ANAMED bursiyeri olmam, “Eti Belirleyen Sınırlar: Bizanslılar, Osmanlılar ve Hayvanları” başlıklı tezim için araştırmaya başlamama yardımcı oldu. Ortaçağda hayvanlar şaşırtıcı olmayan bir şekilde her yerdeydi ancak tarihsel kaynaklarda bunların izlerini takip etmek zor olabiliyor. Bu zorluğun üstesinden gelmek için denediğim yöntemlerden biri, on altıncı yüzyıl Edirne’sinden Osmanlı mülk envanterlerinde bulunan hayvanları izlemek için bir veritabanı tasarlamaktı. Ömer Lütfi Barkan’ın yazıya döktüğü ve yayınladığı külliyattan çalışmak salgın hastalığın yol açtığı arşiv erişim kısıtlamalarını aşmama yardımcı oldu. En başından beri çeşitli kaynaklara danışmak istediğimi biliyordum ve bu yüzden veritabanı projesini tamamlamak için kayıp, çalıntı ve el konulan hayvanlarla ilgili yerel mahkeme kayıtlarını, tarihçeleri, hayvan şiirlerini ve daha da fazlasını okudum.

Tarihçiler, genellikle bu erken kaynakların tek tek hayvanlar hakkında çok az ayrıntı içerdiğinden yakınırlar ve bu bazen doğrudur. Ancak zaman zaman, belirgin bir hayvanın gidişatını daha derinden görme fırsatı hem hayvan sahibi olmanın doğasına hem de sınıflandırma ve değer algılarına dair önemli soruları ortaya koyuyor.

Örneğin, on beşinci yüzyıl Bizans tarihçisi Geōrgios Phrantzēs, Patras kenti dışındaki bir savaş sırasında ölen atı ile ilgili bilgileri kaydetmişti. Adı olmayan bu “mükemmel” hayvan, fiziksel özellikleri (cins, soy, renk gibi) ya da kişiliği ile tanımlanmamış olsa da Phrantzēs onun iki kez kraliyet armağanı olarak verilmesi ile övünüyor. İlk başta Osmanlı sultanının Isaac Asan’a verdiği bu at birkaç kez el değiştirdikten sonra Phrantzēs’in kardeşi tarafından savaş ganimeti olarak alınmış ve sonuçta Bizans imparatoru tarafından Geōrgios Phrantzēs’e verilmiş. Phrantzēs’in mülkiyetine geçmeden önce sık el değiştiren bu atın beş sahibi olmuş.[1]

Ancak, Üsküdar mahkeme kayıtlarından alınan bir örnekte de görülebileceği gibi bireysel hayvanlara ait bu gibi anlatılara seçkin diplomatik kanalların dışında da rastlanıyordu. 1521 yılında Ömer adında bir adam ortaya çıkıp bir habercinin el koyduğu gri bir aygırın sahibi olduğunu iddia etti. Yerel vergi memurunun atın sorumluluğunu üstlendiği, hayvanın Gekvizeli bir yoğurt üreticisine ve sonrasında gerçek bir Üsküdar sakini olan Hasan’a verildiği kendisine bildirildi. İki şahidin yardımıyla aygır Ömer’e iade edildi, ki bu alışılmadık bir sonuçtu zira bu gibi durumlarda genellikle hayvanlar açık arttırma yoluyla satılır ve para mahkemede kalırdı.

image

[B] Osmanlı güçleri (sağda) Safevîler ile karşı karşıya. Selimname f.133a yaklaşık 1525. Topkapı Sarayı Hazinesi 1597–98.

Pek çok açıdan farklı olsalar da bu iki anlatı hayvanların nasıl elden ele geçtiğini ve de bu dolaşımın mahkeme gibi kurumların önemli rol oynadığı bir dizi karmaşık sosyal ilişkiye sahiplerini nasıl dahil ettiğini vurguluyor. Yine de bugün merak uyandıran konular var. Phrantzēs atın önceki sahipleri ile ilgili bilgileri (doğru olup olmadığına bakılmaksızın) tam olarak nasıl edindi? Phrantzēs’in kardeşi yendiği düşmanına binek atı ile ilgili sorular mı sordu? Üsküdar mahkeme kayıtları açısından da anlaşmazlık konusu olan hayvanlara dair bu çok ayrıntılı adli tanımlar kendi içlerinde mülkiyetin icrasını üstleniyor ve envanter açısından uygun görülen bilgi miktarını çok aşıyor.[2] Göreli olarak çok az hayvanın işaretlenmiş olduğunun açıkça belirtilmiş olmasının da gösterdiği gibi doğal olarak nihai amaçları pratikti.

On altıncı yüzyılın başlarına ait Osmanlı saray belgeleri de genelde hayvanın mülkiyetinin tarihine öncelik verip cinsi ve soyağacına daha az yer veriyor. James Scott’ın ifadesiyle “ahırı, Osmanlı devletinin gördüğü gibi görmek,” bu durumda beklenenden farklı bir kavrayış gerektiriyor. Atlar, çoğu zaman armağan, vergi ya da pişkeş olarak gelir ve ölür, başka yerlere atanır ya da inʿām edilirdi (ahırlarda kayıt tutan görevliler, bu terimlerin tek yönlü kullanılması konusunda titizlik gösterdiler). I. Selim’in 1512 yılında tahta çıkması sırasında sağlanan envanter gibi saray ahırları kayıtları, kullanıcıların hayvanların durumunu değerlendirmelerine olanak sağlamakla kalmayıp, Osmanlı valileri, devlet memurları ve görevlilerini saray ile ilişkilendiren mali bağlantıları, politik sadakatları ve hatta evlilik ittifaklarını da anlamalarına yardımcı oldu.[3] Soy kütükleri, hayvan yetiştirici dernekleri ve DNA’nın geçerli olduğu çağdaş dünyada Osmanlı’nın kayıt tutma öncelikleri önemsiz görünebilir, ancak bunlar ne sorusundan ziyade kim sorusunu yanıtlamaya fazlasıyla yatkınlar.

 Araştırmama devam ederken hem Bizanslılar hem de Osmanlılar tarafından değer verilen, ancak bağlama, duruma ve statüye göre farklı anlamlar kazanan atlar etrafında kültürlerarası alışverişin nüanslarını daha fazla anlamaya çalışmak amacıyla bu armağan verme ve kayıt tutma uygulamaların nasıl geliştiğine var farklılık gösterdiğine odaklanacağım.

————————————————————————————————————————————————

[1] Geōrgios Phrantzēs, The Fall of the Byzantine Empire: A Chronicle, çeviren Marios Philippides (Amherst: University of Massachusetts Press, 1980): 37.

[2] Rifat Günalan ve Coşkun Yılmaz, ed., Üsküdar Mahkemesi – 2 Numaralı Sicil (H. 924 – 927/M. 1518 – 1521), (İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi, 2010): #690, p.344.

[3] BOA Topkapı Sarayı Defterleri No: 10060, 10042.